Çarşamba, Şubat 08, 2017

Seni anlıyorum

Tam olarak nerede okuduğumu ya da temellendirilmiş bir araştırma mıydı hatırlamıyorum fakat orada yazılanlara göre bir insanın karşısındaki kişiden en çok duymak istediği cümle "Seni anlıyorum." imiş. Dürüst olmak gerekirse başta bu bana çok saçma gelmişti, ne bileyim, daha insanın egosunu uçuran bir şeyler bekliyordum sanırım. Söylenebilecek onca şey varken neden "Seni anlıyorum."?


Fakat sonra üstüne düşününce sanırım ben de süslü iltifatlar, ağdalı sevgi sözcükleri duymaktansa samimi bir "Seni anlıyorum."u tercih ederim. Seni temin ederim sevgili okuyucum, bunun edilen iltifatı anlamayacak kadar öküzün teki ya da güzel bir söze nasıl karşılık vereceğini bilemeyecek kadar şapşal olmamla kesinlikle ama kesinlikle alakası yok. Modern insanın -hıı, nah modern- attığı saçma sapan bir trip mi bu yoksa gerçekten insan olarak anlamak ve anlaşılmak istediğimizden mi bilemiyorum fakat pek çok insan gibi benim de kendime dert edindiğim şeylerden biri bu.


Anlatan ya da dinleyen değişip durdu, çok duydum bu lafı, çok da söyledim. Yalan yok, çoğunun da içi boştur belki. Bazen karşındakinin ne duymak istediğini bilir de ona göre konuşursun. Zerre anlamadığım insanlara onları anladığımı söyleyip  durdum. Hala da söylüyorum.


Şu bir gerçek; ne ben bunun için kimseyi suçlayabilirim ne de bir başkası gelip bana kızabilir, empati düzeyin ya da EQ denilen bok püsür ne kadar yüksek olursa olsun insanın kendisini karşısındakinin yerine koyarak anlayamayacağı çok fazla şey var. Kuşkusuz insanın parmağına batan iğnenin acısıyla, daha önce parmağına hiç iğne batmamış birinin bu acıyı hayal etmesi aynı şey değil. Öyle şeyler oluyor ki bazen gerçekten berbat hissediyorum, hem yalan söylediğim için hem de bu beceriksizce söylenmiş yalanın muhatabı olduğum için.

biliyorum, hiç alakası yok görselin ama çok kuul değil mi Zura yahu?
Ya tamam görselin alakası yok konuyla, bir şey bulamayınca
Zura olsun bari dedim.


Eee çok konuştun, hep çok konuşuyorsun da icraat yok sende Zurako dersen elimden sana hak vermekten başka bir şey gelmez. Lafla peynir gemisi yürüse ohooo, neler neler yapardım da harekete geçmekle ilgili problemlerim var. E sen de beni böyle sev artık canım okuyucu.


Yine de az da olsa gelişme var bende bu konuda. Mesela Karam ilişkisine dair sorunları anlattığında açık yüreklilikle söylüyorum onu anlamadığımı. Benim için bu konu oldukça net, ya ayrılırsın ya devam edersin. Ancak bir yandan da birine kıymet verip sevdiğinde gemileri yakmanın o kadar kolay olmadığını da biliyorum. Bu yüzden efendi efendi "Hiç aşık olmadım, seni anladığımı söyleyemem." diyorum açık açık. Bazen kantarın topuzu kaçıyor gerçi, eskiden olduğum kadar politik olamıyorum artık. Ama sen benim gibi olma canımın içi, haldır şaldır konuşma, insanın başına bela oluyor.


Anlıyorsun beni değil mi?



Cuma, Aralık 30, 2016

Mutlu(?) Yıllar

Merhaba sevgili okuyucu, ne var ne yok?

Birkaç gün önce Zurako yirmi yaşını bitirdi, bitirdi ama nasıl perişan bitirdi tahmin dahi edemezsin. Bu okula başladığımdan beri her sene doğum günümün olduğu güne ya sunum ya sunumdan önceki o hayvan gibi çalışma dönemi denk geliyor. Hepsi bir yana, gerçekten umurumda değil artık okul, öylesine boktan bir yıldı ki gerçekten doğduğuma pişman olmuş durumdayım. İnsan yaşadığına dahi sevinemiyor. İnsan ortaya çıktığından beri zavallı Dünya'nın gün yüzü gördüğü yok gerçi ama şayet en-boktan-geçen-yıllar listesi olsa bence kesinlikle 2016 o listeye girerdi.


Geçen yıllarla bugünü karşılaştırdıkça fark ediyorum ki geleceğe dair umudum kalmamış pek, bu garip çünkü aşağı yukarı her arkadaş grubunun bir adet kadrolu sevgi pıtırcığı olur. Bizim grupta o salak bendim işte. Şimdiki günlerime nazaran o zamanlar çok daha kırık dökük günlerdi. Hani derler ya kan kustum kızılcık şerbeti içtim diye, hah, tam o kıvamdaydı işte. Yine de her şeye rağmen, daha önce de dediğim gibi, her şeyin iyi olacağına inanıyordum. Karakterleri gereği Pi oldukça karamsar, Karam felaket şekilde evhamlı olunca sırıtık Pollyanna olmak bana kaldı. Yine de bunu zorunluluktan yaptığımı söyleyemem, dedim ya, bir şekilde her şeyin iyi olacağından, suyun akıp yolunu bulacağından emindim.

Ha su yolunu bulmadı mı, buldu, buldu ama bulana kadar ben de değiştim tabi.


Yedi-sekiz yaşlarındayken büyümek istemiyorum diye ağlayan bir çocuktum, ana sınıfı çok güzeldi ama birinci sınıftan hiç hoşlanmamıştım. O zaman için haklı bir sebep bence. Sürekli çizgi falan çizdiriyorlardı, çok sıkıcıydı gerçekten. Hepsi bir yana büyümekten korkuyordum. Ergenlikle ilgili kitapçık okuyup "Ben ergen olmak istemiyorum!" diye ağlamışlığım da var ama o çok utanç verici bir anı olduğu için aramızda kalsın canım okuyucu, onu başka bir ara anlatırım.


Ne diyordum? Hiç istemiyordum büyümeyi, hala istemiyorum ama hiçbir zaman hayatın bana getirdiklerine karşı direnen biri olmadım.Bu kesinlikle gurur duyduğum bir şey değil, hiç değil hem de. Eskiden mutsuz olmaktan da korkmazdım, istemezdim ama korkmazdım da, tam olarak ne düşündüğümü bilemiyorum ama artık bu gerçek beni korkutuyor. Gelecek günlerin getireceklerinden çekiniyorum.


Bu sene yeni yıla evde gireceğim, geçen sene de Karamlarda girmiştim, gördüğün üzere bazen çok evcimen olabiliyorum. Dönem dönem, özellikle de yeni yılın gelişinden önce, grupça radikal kararlar aldığımız olur. Pi bu yıl artık dedikodu yapmayacağına dair bir karar almıştı, ben de aşk meşk işlerini komple bitirdiğimi duyurmuştum. Hepsi yalan oldu tabi. Bu yüzden bu yılı boş geçmeye karar verdim.


Her neyse, çok karamsar bir yazı oldu yine, arkada da Justin Bieber'ın leş bir şarkısı çalıyor, katmerli intihar sebebi. İçimden seneye görüşürüz esprisini yapmak geliyor ama artık tam tamına yirmi bir oldum -sanki övünülecek bir şey, bir yıl daha gitti ömründen gerizekalı- bu yüzden üzülerek bu espriyi yapma hakkını liselilere devretmek lazım artık.

O zaman... mutlu yıllar canım okuyucu.
2017'den bi' halt olacağını sanmıyorum ama yine de mutlu yıllar.

Cumartesi, Kasım 05, 2016

Ask Mesk-2

Merhabalar sevgili okuyucu, umarım iyisindir. Hormon düzeyimdeki dönemsel dalgalanmalar sebebiyle çok boktan bir hafta geçirdim -ve belki biraz da geçirttim- ama şimdi her şey yolunda. Vizeler haldır şaldır geliyor ama ben bu konuda kaderin çemberinden geçmiş bir zavallı olarak her şeye hazırım. Bu sene kesin 2.00 yapıyorum ortalamayı, yapamazsam mezun etmiyorlar zaten canına yandıklarım.


Son zamanlarda ne zaman canım arkadaşlarımla bir araya gelsem muhabbet dönüp dolaşıyor ve sanki gerçekten konuşulacak başka bir şey yokmuşcasına yaklaşan mezuniyet/kariyer/gelecek ve benim olmayan aşk hayatıma geliyor. Ne kadar eğlendiğimizi tahmin dahi edemiyorsundur eminim canım okuyucu.


Mezuniyet üzerine bırak konuşmayı artık yazmak dahi istemiyorum çünkü saçma sapan bir şekilde bu konu aramızda minik bir problem haline geldi. Sanıyorum ki onların gözünde tüm bunları fazla hafife alıp bugünüm kıymetini bilmiyorum. Belki de öyledir, olayın içinde olan biri olarak ne yazık ki tarafsız bakamıyorum hiçbir şeye.


Diğer konu ise benim de canımı sıkıyor ama ölünmüyor aşksızlıktan, ne yapalım yani? Ortamda tam benlik biri olduğunda dahi "Ee ne yapayım, Allah sahibine bağışlasın." modunda olmam onlara garip geliyor. Nedense bu konu şaşırtıcı bir şekilde benim bile üzerine bu kadar düşünmediğim bir konu haline geldi aramızda. Egomu kuş sütüyle beslediğimden midir bilmem, onların bu konu üzerinde varsayımlarda bulunması beni acayip eğlendiriyor bir yandan.


Bir süre konu "Aseksüel mi yoksa demiseksüel mi?" sorusuyla daha da alevlendi. Demiseksüelliğin ne olduğunu anlamak biraz sıkıntılı bir durum, Karam'a anlatmak iste daha sıkıntılı. Öte yandan çok kıymetli bir diğer dostum olan Pi, zamanında beni oyalamak için bana demiseksüel olduğunu söylediğinde verdiğim tepkiyi hatırlayarak, o günün intikamını almak için "Demiseksüelsen hemcinsine de çekim duyabilirsin." diyerek ortalığı iyice karıştırdı.  Sonuç olarak işin içinden çıkamadılar. Bense kenara çekilip beni çözmek için bana sorulan soruları cevaplamakla yetindim. Her ne kadar Karam bunun geçmiş tecrübelerden ötürü kendimi insanlara kapattığım konusunda ısrarcı olsa da mesele bir şekilde orada kapanıp gitti ve uzunca bir süre de bir daha açılmadı.


Ancak geçen nargile içmeye gittiğimizde neden bilmem benim olmayan aşk hayatımın gidişatı tekrar hortladı. Bu sefer fanatikçe bağlı olduğum birini sevmek için onu iyice tanımak gerektiği ve bunun da ancak önce arkadaş olarak yapılabileceği düşüncesi eleştiri yağmuruna tutuldu çünkü ben, bu düşünce yüzünden bana yaklaşan herkesi ofsayta düşürüyormuşum.


O güne kadar eğlendiğim tartışma konumuz bir anda Karam ve Pi'nin karşısında tek kalınca yemin ederim zehir oldu, anamdan emdiğim sütü burnumdan getirdiler. Yanlış yapıyormuşum, hoşlanmaktan/sevmekten/aşık olmaktan anladığım şey yanlışmış, bu düşüncemi değiştirmem gerekiyormuş, azıcık flört etsem ne olurmuş, artık daha "ciddi" yaşlara geliyormuşum, bu gidişle başlarına kalacakmışım...


O kadar boş konuştun, eee ne oldu diyecek olursan canım okuyucu hiçbir bok olmadı. Hala hepimiz yalnız öleceğim konusunda hemfikiriz, kendi evim olunca kedi mi köpek mi alsak ona karar vermeye çalışıyoruz. Pi ve ben köpeklerin çok daha hayırlı hayvanlar olduğunu düşünüyoruz, kedilerden çok korkarım zaten. Ark ve Karam ise inadına kedi diyorlar.


Salı, Ekim 04, 2016

No Expectation Baby

Kendimi bildim bileli okullardan nefret ederim. Hala devam eden ve bitmesi için ölüp ölüp dirildiğim eğitim hayatımın sadece çok, çok az bir kısmının benim için -adı üzerinde- eğitici geçtiğini söylesem adil yalan kotasını aştığımdan çarpılmam sanırım. Çevremdeki çoğu mezun ve hala benim gibi sürünmeye devam eden zavallı öğrenci kardeşlerim öğrencilik döneminin "bi' harika" olduğunu, mümkün olduğunca uzatmak gerektiğini söyleyip duruyorlar. Bu konuda elbette onlara katılmıyorum. Acilen mezun olup para babası olmam lazım benim, diplomamı alır almaz fakülteyi ateşe vermeyi düşünüyorum zaten. Akademik kadro içerideyken elbette.


Her neyse, konu benim okul kavramına olan nefretim değil, çok sıkıcı bir konu zaten ama asıl anlatacağım noktaya gelebilmek için böylesine nefret dolu bir girizgah yapmak durumunda kaldım sevgili okuyucu. Bunun için senden özür dilerim. Özümde böyle nefret dolu bir insan değilim, hümanist bile sayılırım aslında. Sadece zaman zaman bu yanımı göstermekte zorlanıyorum, o kadar.

Bu yazının konusu bu sene seçmeli olarak aldığım "Hizmet Pazarlaması" -sanki pazarlama dersinden bir farkı varmış gibi bunu koydular önümüze. 4P lan işte, ne yani?- dersinde, beni daha önce başka bir dersinden iki defa bırakmış ve sürüne sürüne yaz okuluna gitmeme sebep olmuş pek kıymetli bir hocamızın sayesinde ortaya çıktı, kendisinin haberi olmayacak -aman olmasın da- ama tişikkirlir sipirmin.


Beni daha önce iki defa dersinden bırakmamış olsa çok tatlı adam aslında. Gerçekten öyle mi bilemiyorum ama çapkın, serseri bir havası var, eli yüzü de düzgün adam. 20lik çıtırlar bayılır böyle adamlara, doğal olarak fakültenin yarısı adamı görünce mavi ekran veriyor, derslerinde kikirdemekten not tutamıyorlar. Büte kalanı geçirmemesinden ötürü acayip kılım herife, adama olan duygularım pek değerli Pink ablamızın da dediği gibi "At the same time I wanna hug you, I wanna wrap my hands around your neck." seviyesinde seyredip gidiyor. Bu sene de büte bırakırsa beni, onun ecdadını komple kılıçtan geçirmeyi planlıyorum.


İki hafta önce saatlerce yol kahrı çekip adam derse girmeyince çok pis kinlenmiştim kendisine, ama geçen hafta derste bir şirinlikler, bir minnoşluklar böyle, gönlümü hemen alıverdi şapşik. Pazarlamacı ve satıcı -bence ikisi de aynı bok- arasındaki farkları konuşurken sanırım, o kısım pek net değil, aniden "Sınırları çizmek iyidir." dedi, "Eğer her şeyin en başında sınırlarını belirlerseniz sonradan başınız ağrımaz. Bu sadece iş hayatınızda değil, çevrenizdeki insanlarla olan ilişkilerinizde de geçerli."


Yemin ediyorum aydınlandım adam konuşurken.


Adam çıkıp bana hayatın sırrını söylemedi, kolay yoldan nasıl para babası olacağımı anlatmadı ya da her zaman meraktan geberdiğim bütün gizemleri çözmedi ama benim de çok dertli olduğum, iki insanın arasındaki bağın sapır sapır dökülüp kopmasına neden olan en büyük probleme dokundu.


Beklentiler.
Kendi sırtımıza, kendi elimizle yüklediğimiz; ardından da taşımaktan yorulduğumuz beklentiler.


Of, ben yazarken yoruldum, sen de okurken çok sıkılmışsındır canım okuyucu.
Yaz bunu bir kenara, sonra devam ederiz. 

Cumartesi, Ekim 01, 2016

Ask Mesk



Bugüne kadar sadece bir kişiyle çıkıp hiç aşık olmamış biri olarak çevremdeki insanların aşk konularında bana danışmasına anlam veremiyorum. Kendime çok yakın bulduğum insanlardan biri olan arkadaşım -ona yazının devamında Karam diyeceğim- dört yıldır pek şahane sevgilisiyle -ona da Ark diyelim- bu işin okulunu açıp dersini okutacak kadar tecrübeli olmasına rağmen en uzun ve tek ilişkisi neredeyse iki ay sürmüş olan bana neden gelip akıl almak ister anlamıyorum.



Canım Karam, kelin ilacı olsa kendi başına sürer değil mi güzelim?


Beni iyi bilir Karam; iltifat edildiğinde idrak edemeyen, romantizm anlayışı birlikte tantuni yemek olan, cilve işlerine zerre kafası basmayan biriyim ben. Sosyal yeteneklerim yüklenirken bazı kadınsı aplikasyonlarım internet çekmeyince yarıda kalmış, vakit daraldığından öyle yalapşap göndermişler beni.

Yarım kalan aplikasyonlarım bir yana ne zaman karşı cinsten bir insan evladıyla iletişime geçsem kısa bir süre sonra kendimi o kişinin kankası olarak buluyorum. Tahmin edebileceğiniz üzere bu berbat bir durum, çünkü her ne kadar odunsu bir gacı olsam da kadınsı yanımın baskın gelip duygularımı ele geçirdiği dönemler de oluyor. Ben de Hollywood gacılarına benzeyen hemcinslerim gibi iki göz süzeyim, iki yakışıklı kessin beni falan istiyorum. Sonra durup geçmesini bekliyorum.


Ben ki otobüste göz göze geldiği insan yavrularına, cıvır çocuklara -ki nadiren olduğunu belirtmem gerek- istemsizce "Ne bakıyon lan?" ile "Hepinizden tiskiniyorum." karışımı bir mesaj taşıyan bir bakış atıp, ağır kezbanlık içeren bir edayla -aslında kezban tabirinden nefret ederim ama benim durumumu açıklayacak başka bir kelime bulamıyorum...- kafasını pencereden dışarı çeviren biriyim. Hayal edebildin mi canım okuyucu? Sen söyle, böyle birine akıl danışılır mı?


Bu soruları bana sormalarının ardında arkadaşları olmamdan daha farklı sebepler olduğunu düşünüyorum. Sanırım kendilerinin aksine duygularını işin içine katmadan fikir verebilecek birisini arıyorlar.


Şu bir gerçek, bir kişiyi sevmek çok leş bir şey aslında. Bunu bir erkeği veya bir kadını sevmek olarak kısıtlamıyorum, bahsettiğim şey bir insanı sevmek. Herhangi birini. Benim için sevmek denilen fiil henüz buz dağının altında neler sakladığını bilmediğim birinin avuçlarına kalbimi bırakıp onu kırmayacağına inanmaya çalışmaktan başka bir şey değil.


Ne kadar tehlikeli bir şey olduğunun farkında mısın sevgili okuyucu? Bunun bir insanı öldürebileceğinin?


Of, çok depresif bir yazı haline geldi, hiç sevmiyorum bu yanımı ama insan kendinde sevmediği şeyleri kolay sıyırıp atamıyor. Canına yandığım duygu durumum roller coaster gibi, bipolar mıyım neyim acaba? Yirmili yaşlarda ortaya çıkıyormuş diye okumuştum bir yerlerde, öyleyse tam zamanı. Neyse, bu da başka yazının konusu olsun.


Bir keresinde başka bir arkadaşım gelip uzunca bir hikaye anlattıktan sonra "Sence ben bu çocuğu seviyor muyum?" diye sordu. Allah düşmanımın başına vermesin bunu, çok pis bir durum. Yılan hikayesi gibi olmuş ortalık, kız zaten emin değil duygularından ne tarafa gazlarsan oraya gidecek...


"Bunun cevabını ancak sen verebilirsin, biraz kendine zaman ver duygularını tartmak için, acele etme." gibi politik bir şeyler söyleyip kızı saçma sapan şeyler yapmaktan alıkoyduğumu umdum. Nitekim sonra arkadaşım çocuktan hoşlanmadığına karar vermiş olmalı ki onu başka bir kızla tanıştırdı. Yemin ederim hayatımda onlar kadar uyumlu bir çift daha görmedim.

Bu durumda mutluluklarının bir kısmını bana borçlu oluyorlar mı acaba?
Allah'ım ne kadar da perdenin arkasındaki bir kahraman!