Salı, Ekim 04, 2016

No Expectation Baby

Kendimi bildim bileli okullardan nefret ederim. Hala devam eden ve bitmesi için ölüp ölüp dirildiğim eğitim hayatımın sadece çok, çok az bir kısmının benim için -adı üzerinde- eğitici geçtiğini söylesem adil yalan kotasını aştığımdan çarpılmam sanırım. Çevremdeki çoğu mezun ve hala benim gibi sürünmeye devam eden zavallı öğrenci kardeşlerim öğrencilik döneminin "bi' harika" olduğunu, mümkün olduğunca uzatmak gerektiğini söyleyip duruyorlar. Bu konuda elbette onlara katılmıyorum. Acilen mezun olup para babası olmam lazım benim, diplomamı alır almaz fakülteyi ateşe vermeyi düşünüyorum zaten. Akademik kadro içerideyken elbette.


Her neyse, konu benim okul kavramına olan nefretim değil, çok sıkıcı bir konu zaten ama asıl anlatacağım noktaya gelebilmek için böylesine nefret dolu bir girizgah yapmak durumunda kaldım sevgili okuyucu. Bunun için senden özür dilerim. Özümde böyle nefret dolu bir insan değilim, hümanist bile sayılırım aslında. Sadece zaman zaman bu yanımı göstermekte zorlanıyorum, o kadar.

Bu yazının konusu bu sene seçmeli olarak aldığım "Hizmet Pazarlaması" -sanki pazarlama dersinden bir farkı varmış gibi bunu koydular önümüze. 4P lan işte, ne yani?- dersinde, beni daha önce başka bir dersinden iki defa bırakmış ve sürüne sürüne yaz okuluna gitmeme sebep olmuş pek kıymetli bir hocamızın sayesinde ortaya çıktı, kendisinin haberi olmayacak -aman olmasın da- ama tişikkirlir sipirmin.


Beni daha önce iki defa dersinden bırakmamış olsa çok tatlı adam aslında. Gerçekten öyle mi bilemiyorum ama çapkın, serseri bir havası var, eli yüzü de düzgün adam. 20lik çıtırlar bayılır böyle adamlara, doğal olarak fakültenin yarısı adamı görünce mavi ekran veriyor, derslerinde kikirdemekten not tutamıyorlar. Büte kalanı geçirmemesinden ötürü acayip kılım herife, adama olan duygularım pek değerli Pink ablamızın da dediği gibi "At the same time I wanna hug you, I wanna wrap my hands around your neck." seviyesinde seyredip gidiyor. Bu sene de büte bırakırsa beni, onun ecdadını komple kılıçtan geçirmeyi planlıyorum.


İki hafta önce saatlerce yol kahrı çekip adam derse girmeyince çok pis kinlenmiştim kendisine, ama geçen hafta derste bir şirinlikler, bir minnoşluklar böyle, gönlümü hemen alıverdi şapşik. Pazarlamacı ve satıcı -bence ikisi de aynı bok- arasındaki farkları konuşurken sanırım, o kısım pek net değil, aniden "Sınırları çizmek iyidir." dedi, "Eğer her şeyin en başında sınırlarını belirlerseniz sonradan başınız ağrımaz. Bu sadece iş hayatınızda değil, çevrenizdeki insanlarla olan ilişkilerinizde de geçerli."


Yemin ediyorum aydınlandım adam konuşurken.


Adam çıkıp bana hayatın sırrını söylemedi, kolay yoldan nasıl para babası olacağımı anlatmadı ya da her zaman meraktan geberdiğim bütün gizemleri çözmedi ama benim de çok dertli olduğum, iki insanın arasındaki bağın sapır sapır dökülüp kopmasına neden olan en büyük probleme dokundu.


Beklentiler.
Kendi sırtımıza, kendi elimizle yüklediğimiz; ardından da taşımaktan yorulduğumuz beklentiler.


Of, ben yazarken yoruldum, sen de okurken çok sıkılmışsındır canım okuyucu.
Yaz bunu bir kenara, sonra devam ederiz. 

Cumartesi, Ekim 01, 2016

Ask Mesk



Bugüne kadar sadece bir kişiyle çıkıp hiç aşık olmamış biri olarak çevremdeki insanların aşk konularında bana danışmasına anlam veremiyorum. Kendime çok yakın bulduğum insanlardan biri olan arkadaşım -ona yazının devamında Karam diyeceğim- dört yıldır pek şahane sevgilisiyle -ona da Ark diyelim- bu işin okulunu açıp dersini okutacak kadar tecrübeli olmasına rağmen en uzun ve tek ilişkisi neredeyse iki ay sürmüş olan bana neden gelip akıl almak ister anlamıyorum.



Canım Karam, kelin ilacı olsa kendi başına sürer değil mi güzelim?


Beni iyi bilir Karam; iltifat edildiğinde idrak edemeyen, romantizm anlayışı birlikte tantuni yemek olan, cilve işlerine zerre kafası basmayan biriyim ben. Sosyal yeteneklerim yüklenirken bazı kadınsı aplikasyonlarım internet çekmeyince yarıda kalmış, vakit daraldığından öyle yalapşap göndermişler beni.

Yarım kalan aplikasyonlarım bir yana ne zaman karşı cinsten bir insan evladıyla iletişime geçsem kısa bir süre sonra kendimi o kişinin kankası olarak buluyorum. Tahmin edebileceğiniz üzere bu berbat bir durum, çünkü her ne kadar odunsu bir gacı olsam da kadınsı yanımın baskın gelip duygularımı ele geçirdiği dönemler de oluyor. Ben de Hollywood gacılarına benzeyen hemcinslerim gibi iki göz süzeyim, iki yakışıklı kessin beni falan istiyorum. Sonra durup geçmesini bekliyorum.


Ben ki otobüste göz göze geldiği insan yavrularına, cıvır çocuklara -ki nadiren olduğunu belirtmem gerek- istemsizce "Ne bakıyon lan?" ile "Hepinizden tiskiniyorum." karışımı bir mesaj taşıyan bir bakış atıp, ağır kezbanlık içeren bir edayla -aslında kezban tabirinden nefret ederim ama benim durumumu açıklayacak başka bir kelime bulamıyorum...- kafasını pencereden dışarı çeviren biriyim. Hayal edebildin mi canım okuyucu? Sen söyle, böyle birine akıl danışılır mı?


Bu soruları bana sormalarının ardında arkadaşları olmamdan daha farklı sebepler olduğunu düşünüyorum. Sanırım kendilerinin aksine duygularını işin içine katmadan fikir verebilecek birisini arıyorlar.


Şu bir gerçek, bir kişiyi sevmek çok leş bir şey aslında. Bunu bir erkeği veya bir kadını sevmek olarak kısıtlamıyorum, bahsettiğim şey bir insanı sevmek. Herhangi birini. Benim için sevmek denilen fiil henüz buz dağının altında neler sakladığını bilmediğim birinin avuçlarına kalbimi bırakıp onu kırmayacağına inanmaya çalışmaktan başka bir şey değil.


Ne kadar tehlikeli bir şey olduğunun farkında mısın sevgili okuyucu? Bunun bir insanı öldürebileceğinin?


Of, çok depresif bir yazı haline geldi, hiç sevmiyorum bu yanımı ama insan kendinde sevmediği şeyleri kolay sıyırıp atamıyor. Canına yandığım duygu durumum roller coaster gibi, bipolar mıyım neyim acaba? Yirmili yaşlarda ortaya çıkıyormuş diye okumuştum bir yerlerde, öyleyse tam zamanı. Neyse, bu da başka yazının konusu olsun.


Bir keresinde başka bir arkadaşım gelip uzunca bir hikaye anlattıktan sonra "Sence ben bu çocuğu seviyor muyum?" diye sordu. Allah düşmanımın başına vermesin bunu, çok pis bir durum. Yılan hikayesi gibi olmuş ortalık, kız zaten emin değil duygularından ne tarafa gazlarsan oraya gidecek...


"Bunun cevabını ancak sen verebilirsin, biraz kendine zaman ver duygularını tartmak için, acele etme." gibi politik bir şeyler söyleyip kızı saçma sapan şeyler yapmaktan alıkoyduğumu umdum. Nitekim sonra arkadaşım çocuktan hoşlanmadığına karar vermiş olmalı ki onu başka bir kızla tanıştırdı. Yemin ederim hayatımda onlar kadar uyumlu bir çift daha görmedim.

Bu durumda mutluluklarının bir kısmını bana borçlu oluyorlar mı acaba?
Allah'ım ne kadar da perdenin arkasındaki bir kahraman!